International Social Survey Programı’nın (ISSP) 2013 yılı alan taramasına dayalı araştırması 64 ilde 1666 denek ile yapılan yüz yüze görüşmelerle 2014 yılı Ocak – Mart ayları zarfında tamamlandı. Türkiye’de milliyetçilik, yurttaşlık ve ulusal kimlik hakkında ortaya çıkan başlıca bulgular bir basın toplantısı kaumoyunun dikkatine sunuldu.
1. Türkiye’de gerek Avrupa’ya kendini yakın hissedenlerin gerek Orta Doğu’ya yakın hissedenler oranı aynı derecede düşük düzeydedir. Buna karşılık hemşerilik olarak ifade edebileceğimiz doğduğu, yaşadığı topraklara olan bağlılığın yoğun olması, Türkiye’de kendi iç dünyasına yönelik yerellik içerikli duyguların yoğun olduğu ve uluslararası dayanışma duygusunun pek mevcut olmadığı bir manzara üretmektedir.
2. Türkiye bu açılardan bir miktar kendisine odaklı, belki de içine kapalılık özellikleri fazla olan, artık pek duyulmamakla birlikte uzun yıllar boyunca dile getirilen “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” veya “tüm dünya bize düşmandır” gibi bir yabancı düşmanı ve otarşik ulusalcı bir kültürel boyuta sahipmiş gibi görünmektedir.
3. Türkiye’de dindarlık kimlik belirlemekte vatana bağlılık ve anadilden kısmen daha önemliymiş gibi görünmekte olup, bu üç aidiyet belirleyici özelliğin birbirlerini destekleyerek güçlendirdiğini düşünmemizi sağlayan verilere ulaşmış bulunmaktayız.
Din ve soy Türkiye’de milliyetçiliğin içeriğini belirlemekte dünyadaki ülkelerin çoğundan daha fazla rol oynuyormuş gibi gözükmektedir.
4. Geniş bir kitle için tarihi geçmiş, ulusal kimliğinin belirlenmesinde önemli bir rol oynuyormuş gibi görünmektedir. Büyük bir çoğunluk dünyadaki ülkelerden farklı olarak ülkemizin tarihinde utandıkları bir şey olmadığını ifade etmektedir ve bunun da hem bir öz güvene hem de her zaman görgül temeli olmayan bir öğünmeye yol açabildiğini gösteren bulgulara ulaşılmıştır.
5. Genel olarak Türkiye’de ülkeye yönelik görgül kanıtlarla uyuşmayan, ama zaten bu tür kanıtlar aramaksızın verilen güçlü bir desteğin (siyaset bilimi terminolojisinde yaygın desteğin) ipuçlarına rastladığımızı düşündürten bulgulara ulaşılmıştır..
6. Türkiye'deki demokrasinin işleyiş algısının pekişmiş demokrasiler düzeyinde olmadığı görüldüğü gibi, Türkiye'nin demokrasiyi yerleştirmekte daha alacağı yol olduğunun seçmen yaşındaki nüfus tarafından görüldüğü de anlaşılmaktadı
7. Ülkenin en başarılı yanlarından birisini de ekonominin çalışması olarak düşünen geniş bir kitlenin mevcudiyeti söz konusudur.
8. Aynı olumlu düşünce sosyal güvenlik sistemi için de geçerlidir. Türkiye dünyada Danimarka, Finlandiya, Avusturya ve Fransa'nın hemen arkasından ABD, Kanada, Batı Almanya ve Britanya'dan daha yüksek oranda kendi sosyal güvenlik sisteminden gurur duyan seçmen yaşındaki nüfusa sahip olan bir ülke konumundadır.
9. Türkiye’de son yıllarda büyük bir medya ve basın desteği ile sürdürülmekte olan ülkemizin bir cihan devleti olduğu konusundaki yayınların geniş bir kitleyi derinden ve güçlü bir biçimde etkisi altına aldığı ve bu etki nedeniyle birçok alanda Türkiye’nin performansının gerçekleşenin ötesinde gurur duyulmasına neden olduğundan şüphelenilmesi gerektiği sonucuna ulaşmaktayız. Örneğin, ilk olarak henüz herhangi bir Nobel alan bilim insanının bulunmadığı bir ülke olan Türkiye’deki deneklerin bilim ve teknolojiden duyduğu gurur düzeyinin bu alanlardaki başarılardan çok siyasal koşulların da ürettiği ulusal özgüven ve duygusallığın boyutunun bir işareti olarak alınmalıdır.
10. Türkiye’nin son yıllarda bir yazarına Nobel edebiyat ödülü verilmiş olmasının önemi yadsınamaz. Ancak, özellikle Rusya ve bir çok Avrupa ülkesiyle ile karşılaştırıldığında, Türk edebiyatı ve sanatında Avrupa’daki benzerleri ayarında örnek veren çok sayıda sanatçı ve yazar bulunmadığı da bir gerçektir. Buradaki yüksek düzey gurur duygusunun somut gerçekten çok kamuoyunda yaratılan tesamuh algısıyla ilişkiliymiş gibi görünen bir içeriği bulunmaktadır.
11. Türkiye küresel gelişmeler karşısında olumlu tepkiler veren bir nüfus çoğunluğuna sahip değilmiş gibi görünmektedir. Nitekim ISSP 2003 araştırmasının verileriyle karşılaştırıldığında da Türkiye’nin Bulgaristan’dan sonra dünyada korumacılıktan yana olan ikinci sıradaki ülke olduğu göze çarpmaktadır. Otuz senedir bu eğilimin tersine politikalar izleyen hükümetlerin hem iktidara geldiği hem iktidarlarını da pekiştirdiği düşünülecek olursa, bu tutumun ne derecede duygusal bir içerikte olduğu ve herhangi bir davranışsal etkisinin bulunmadığı daha iyi görülecektir.
12. Ulusal çıkarın ne pahasına olursa olsun korunmasına işaret eden, “eğer ucunda çatışma bile olsa ülkemiz kendi çıkarının peşinden gitmelidir” önermesini tamamen kabul edenlerin oranlarında Türkiye dünya ortalamasının çok üstündedir. Bulgaristan, Rusya ve Israil’deki Musevi nüfustan sonra Türkiye en fazla ulusal çıkarını koruma düşüncesine destek veren ülke konumundadır. Bu popüler tutumlar itibarıyla da Türkiye dış dünyaya yöneliminde fevkalade milliyetçi bir görüntü çizmektedir.
13. Dış dünyanın getirdiği ekonomik rizikoları abartan, fırsatları ise pek göz önüne almayan, daha çok korumacılığa ve iç kaynaklarının kendisine yeteceği varsayımına dayalı bir ülke ekonomisi tasavvurunun Türkiye’nin çoğunluğu için hala tercih edilebilir olduğu görülmektedir. 24 Ocak 1980 kararlarıyla serbest piyasa ekonomisine geçen, daha sonra 1989 kararları ile parası üzerindeki korumayı hafifleten ve 1996’da AB ile Gümrük Birliği’ne giren ve 2001 ekonomik bunalımı sonrasında iç piyasasını düzenleyerek Türk Lirasını serbest dalgalanmaya bırakan Türkiye’de atılan bu adımları on denekten altısı ila yedisi henüz benimsememiş gibi görünmektedir. Dünyaya kuşku ile bakan, küresel süreçleri endişe ile takip eden, uluslararası kuruluşları ve şirketleri, hatta her türlü yabancıyı tehdit olarak algılayan bir seçmen kitlesinin Türkiye’de yaygın olduğunu söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Türkiye’nin otarşi, yabancı düşmanlığı (xenophobia) , devleti ve ulusu korumak içgüdüsü ile hareket eden bir çoğunluğun seçmen yaşı nüfus içinde yaygın olduğu bir topluma sahip olduğu böylece saptanmış bulunmaktadır.
14. Türkiye’de alınan üye olunan bir uluslararası ekonomik işbirliği içerikli bir kuruluş olan Karadeniz Ekeonomik İşbiriği Teşkilatı’na (KEİT) yönelik yanıtlar milliyetçilik veya ulusal çıkar algılarından çok, KEİT’in ulusal politika gündemini işgal eden bir içeriği olmadığını, özellikle seçim kampanyaları vesair iç politika malzemesi haline gelmediğini, onun için herhangi bir parti veya baskı grubu tarafından eleştiri veya destek konusu yapılmadığını göstermektedir. Bu durumda bu kuruluşla pek bir ilgisi ve bilgisi olmayan büyük çoğunluğun KEİT’in sorunlu olmadığı düşüncesiyle hareket ederek, olsa olsa bu kuruluşun ülkeye yarar sağlayacağını düşünerek yanıt veriyormuş diye varsaymakta olduğu düşünülmelidir. Ancak siyasal gündemi işgal eden ve partizan yaklaşımların farklılaştığı ortamlarda, tıpkı AB üyesi ülkelerin kamuoylarında olduğu gibi, uluslararası kuruluşlara ilişkin algılar, partizan ve ideolojik boyutlar kazanarak çeşitlenmekte, seçmenin ilgi, bilgi ve tutumu belirginleşmektedir. Bu durum 2013’te AB için söz konusu olduğu halde KEİT için Türkiye’de bu tür bir olgu söz konusu olmamıştır.
15. Kültürel açıdan Türkiye daha çok azınlık grupların çoğunluğa uyması gerektiğini düşünen bir çoğunluğa sahipmiş gibi durmaktadır. Bunun değişmesi için hükümet girişimi beklentisi de Türkiye’de sadece bir azınlık tarafından bekleniyormuş gibi durmaktadır. Bunun ötesinde Türk gelenek ve göreneklerine de vurgu yapan bir Türklük anlayış hemen hemen üç denekten ikisi tarafından paylaşılmaktadır. Burada bir ulusal çoğunluk ve ona uyulması istemi içinde olan bir çoğunluk (üçte iki) ve bir de bunun tersine azınlık gruplarının kendilerine has gelenek ve göreneklerini korunmasını bekleyen bir azınlık (üçte bir) olduğunu gösteren bir manzara söz konusudur.
16. Göçmenler konusunda dünyada ortaya çıkan hassasiyetlere paralel bazı işaretlerin Türkiye’de de mevcut olduğu görülmektedir. Göçmenlerin büyük ölçüde bir kültürel ve ekonomik tehdit unsuru olduğu kabul edilmekte, eğer Türkiye’nin genelindeki kültürel kalıplara uyum gösterecek bir eğilim içine girmezlerse, geniş bir kitlenin kolaylıkla hışmını çekebileceklerine dair kanıtlar olduğuna parmak basmak isteriz. Göçmenlerle ilgili sorulara verilen yanıtların ülke kültürünün bir mozaik veya ebru deseninde olduğu algısına dayanmadığına işaret etmektedir. Bir çoğunluk kültürüne uyum gösterilmesi beklentisinin, kültürel farklılıklar çeşnisine dayalı bir yaşantıya galebe çaldığını gösteren bulgular ortaya çıkmış bulunmaktadır.
17. Nihayet, güçlü vatanseverlik duyguları ile ilgili bulgular bu duyguların mevcudiyetinin ülkeyi güçlendiren bir içerikte olduğu merkezindedir. Bu düşünceye karşı çıkanların ise yirmi denekte bir düzeyinde bir topluluk oluşturduğu görülmektedir. Bireyin doğduğu toprak üzerinden devletine olan bağının tanımlanması halk arasında genel kabul gören bir mahiyettedir. Bu çerçeveye dayanan bir vatandaşlık tanımının herhangi bir sorun oluşturacağını düşündürtecek bir ipucu da mevcut değildir. Bundan sonra yapılacak anayasa çalışmalarında bu hususun göz önüne alınması da herhangi bir sorun yaratmayacakmış gibi durmaktadır.